; Evliya Kabirleri | Kâsım bin Muhammed kuddise sirruh

Kâsım bin Muhammed kuddise sirruh

  Hayatı
Kâsım bin Muhammed kuddise sirruh

Kâsım bin Muhammed kuddise sirruh Hayatı

Tâbi’în’in büyüklerinden ve Medînei Münevvere’deki yedi büyük âlimden biridir. Adı, Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekri Sıddîkdır. Babası Muhammed, Hazreti Ebû Bekri Sıddîk’ın oğludur. Annesi Sevde, Yezdecerdin kızı olduğundan, İmâmı ZeynelÂbidin ile teyze çocuklarıdır. (Se’âdeti Ebediyye) kitabının 1126.cı sahîfesinde buyuruluyor ki: (Îrândaki Sâsânî devletinin yirmi dokuz hükümdârından sonuncusu, üçüncü Yezdecerdin orduları, Kadsiye ve Nehâvendde mağlup olunca, halîfe Ömer “radıyallahü teâlâ anh” esîrler arasında bulunan Şâhın üç kızını; Hazreti Alî’nin oğlu Hüseyine, Hazreti Ebû Bekr’in oğlu Muhammede ve kendi oğlu Abdüllaha verdi. Bu üç kızdan; Zeynel’âbidîn, Kâsım ve Sâlim tevellüt etti.)
Hazreti Osmân’ın hilâfeti zamânında 19 [m. 640] senesinde doğdu. Başka târîhlerde doğduğunu bildiren rivâyetler de vardır. Babası Muhammed Mısrda şehit edilince, küçük yaşda yetîm kalmış, halası olan Peygamberimizin mübârek hanımı Hazreti Âişei Sıddîka’nın yanında büyümüştür.
Kâsım bin Muhammed, Eshâbı kirâm’dan birçoğunun zamânına yetişmiş ve onlardan ilim öğrenmiştir. Başta halası Hazreti Âişei Sıddîka, Ebû Hüreyre, Abdüllah ibni Abbâs ve Abdüllah ibni Ömer, Hazreti Muâviye gibi meşhûr sahabelerden hadîsi şerîf rivâyetinde bulunmuştur. Tâbi’în’in büyüklerinden oğlu Abdürrahmân, Sâlim bin Abdüllah, İmâmı Şa’bî, akranlarından İbni Amr, Yahyâ bin Sa’îd ve Sa’d bin Sa’îd elEnsârî, Sa’d bin İbrâhîm, Abdüllah bin Avn ve dahâ birçok kimse, kendisinden hadîsi şerîf rivâyet etmişlerdir.
Zâhirî ilimlerde olduğu gibi, Tasavvuf ilminde de mütehassıs idi. Vera’ ve takvâda [Allahü teâlâ’nın harâm ettiklerinden ve şüphelilerden sakınıp kaçınmakta] eşi yoktu.
Dedesi Hazreti Ebû Bekri Sıddîk, Peygamber efendimizden ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olup, Resûlullah’daki bütün üstünlükler, ilimler ve feyizler onda toplanmış idi. Kalbe, rûha ait ilimlerin kaynağı idi. Resûlullah’ın peygamberlik vazîfelerinden biri de, Kur’ânı kerîm’in manevî hükümlerini, Yani Allahü teâlâ’nın zâtına ve sıfatlarına ait marifetleri, yüksek bilgileri, ümmetinin kalplerine akıtmak idi. Resûlullah efendimiz, Tasavvuf ilminin bu yüksek marifetlerinin hepsini, Hazreti Ebû Bekri Sıddîk’ın kalbine akıttı. O, rûh ilminde de mütehassıs oldu. Ebû Bekri Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, takvâsı ve ibâdetleri herkesten çok olduğu için, Resûlullah’ın büyüklüğünü ve Ona nazaran kendinin hiç olduğunu herkesten çok anladığı ve Resûlullah’ın sevgisini herkesten çok kazandığı için, feyizler Ona, başkalarından dahâ çok geldi ve gelen feyizlerin hepsini aldı. Hazreti Ebû Bekri Sıddîk, Resûlullah’dan aldığı bu feyizleri, sohbetinde bulunanların ve bilhâssa Eshâbı kirâm’dan Selmânı Fârisî’nin kalbine akıttı.
Rûhu yükselten ve onu besleyen bu marifetlere, Muhammed bin Kâsım’da, Selmânı Fârisî’nin sohbetlerinde bulunarak yetişip, bir rûh mütehassısı oldu.
Silsilei Alîyye büyüklerinin dördüncüsü olan İmâmı Câferi Sâdık da, bunun sohbetinden feyiz aldı.
Kâsım bin Muhammed, hadîs ve fıkıh ilminde zamânının en yükseğiydi. İlimde ve takvâda eşine rastlanamayacak bir dereceye yükseldi.
Büyük hadîs ve fıkıh âlimlerinden Yahyâ bin Sa’îd; “Medîne’de Kâsım bin Muhammed’den üstün bir kimseye yetişmedik” demiştir. İbni Sa’d da ; Tabakât adındaki eserinde; Kâsım bin Muhammed, hadîs ilminde güvenilir bir râvi, fıkıh ilminde yüksek bir âlim ve her bakımdan imâm, önder olan bir zâtdı. Takvâ ve vera’ sahibi idi, diyerek kendisini medh etmektedir.
Ebü’zZenâd da; Ben, Kâsım bin Muhammed’den dahâ çok hadîs bildiren ve fakîh bir kimse görmedim, demiştir. Yine büyük hadîs âlimlerinden Süfyân ibni Uyeyne de; Kâsım bin Muhammed, devrinin en büyük âlimidir diye söylemiştir. Ömer bin Abdül’azîzin de; Eğer birini yerime halîfe seçmem icap etseydi, Kâsımı seçerdim” dediği rivâyet edilmiştir. Ömer bin Abdül’azîz halîfeliği zamânında, Kâsım bin Muhammedi, halası Hazreti Âişe’nin nakil buyurduğu ne kadar hadisi şerîf ve başka rivâyetler biliyorsa, onların hepsini toplamakla vazifelendirmiştir. Hattâ Ömer bin Abdül’azîz bir defasında, ilminve âlimlerin yok olması endîşesi üzerine, Medîne Vâlîsi Ebû Bekr bin Muhammed bin Hazneye mektup yazarak şöyle demiştir: “Resûlullah’ın hadîsi şerîflerini, sünnetlerini, Amre binti Abdürrahmân elEnsârînin ve Kâsım bin Muhammed’in rivâyetlerini araştır ve yaz! Zîrâ ben ilmin yok olup, âlimlerin de tükenmesinden korkuyorum.”
Amre ile Kâsım bin Muhammed, Hazreti Âişe’nin talebesi olup, onun Resûlullah’dan rivâyet ettiği hadîsi şerîfleri en iyi bilenlerden idiler. Kâsım bin Muhammed, hadîsi şerîf rivâyet ederken en ince noktalarına kadar dikkatli hareket eder, bir harfin bile değiştirilmesini uygun görmezdi. Hadîsi şerîflerin hem manâsına, hem de lafızlarına ve harflerine dikkat ederek rivâyet ederdi .Hâlbuki, Tâbi’înden bazı hadîs âlimleri, hadîsi şerîfleri manâsı ile rivâyet etmekte bir beis görmüyorlardı. Fakat Tâbi’înden muhaddislerin çoğu hadîsi şerîflerin, Peygamberimizden işitildiği şekilde rivâyet edilmesi üzerinde ittifâk etmişlerdir.
O, fıkıh ilminde de yüksek bir âlimdi. Medîne’de yetişen ve kendilerine “Fükahâi seb’a” adı verilen yedi büyük âlimden birisiydi. [(Fükahâi seb’a), yedi büyük âlim demektir. Buhârî muhtasarı olan (Tecrîdi sarîh) tercümesi, birinci cild, otuz dördüncü sahîfesinde diyor ki, (Medînei münevvere’nin bu yedi âlimi, Sa’îd ibni Müseyyib, Kâsım bin Muhammed bin Ebî Bekri Sıddîk, UrvetebnizZübeyr, HâricetebniZeyd, Ebû SelemetebniAbdürrahmân bin Afv, Ubeydullah ibni Utbe ve Ebû Eyyûb Süleymân “radıyallahü anhüm” idi)].
Abdürrahmân bin Ebû Zenâd, onun hakkında: Peygamberimizin sünnetini Kâsım bin Muhammed’den dahâ iyi bilen birisini görmedim. Hattâ öyle idi ki, sünneti bilinmeyeni âlim saymazdı, demiştir. Kendisinden bir mesele sorulunca; anlamıyorum, bilmiyorum!, derdi.
Ona sormayı çoğalttıkları zamân da: “Vallahi, sorduğunuz her şeyi bilmiyoruz. Şâyet bilseydik, sizden saklamazdık. Çünkü bildiklerimizi saklamamız bize halâl olmaz, derdi.
Dînî meseleler hakkında çok hassas davranır, ancak açık olanları hakkında fetvâ verirdi.
Her sabâh Mesciti Nebîye gelir, iki rek’at namâz kılar, sonra Resûlullah’ın minberi ile kabri arasına oturur, kendisine sorulan meselelere fetvâ verirdi. Nitekim mezhep imâmlarından Mâlik bin Enes de onun hakkında: Kâsım, bu ümmetin, fakîhlerindendi, buyurmuştur.
Kâsım bin Muhammed, çok mütevâzı’, aşağı gönüllü idi. Bir gün köylünün birisi ona gelip; Sen mi dahâ çok biliyorsun, Sâlim bin Abdüllah mı?” diye sordu. Ona cevab olarak: “Burası Sâlimin evidir”, deyip, başka hiçbir şey konuşmadı. Muhammed bin İshak bunun hakkında: O benden dahâ iyi bilir deyip, yalan söylemeyi veyahut ben ondan dahâ iyi bilirim diyerek kendisini üstün göstermeyi istemedi, derdi. Hâlbuki Kâsım bin Muhammed, her ikisinden dahâ çok âlimdi.
Ebû Eyyubi Sahtiyânî de: “Ondan dahâ fazîletli bir kimse görmedim, dedi. İmâmı Buhârî de: Zamânının en fazîletlisi idi, demiştir.
Kâsım bin Muhammed şöyle bildirmiştir:
Hazreti Âişe “radıyallahü anhâ”: Peygamberimizin yağmur yağdığını gördüğü zamân (Allahım! Onu bereketli, mübârek eyle!) diye dûâ ettiğini bildirdi.
(Muhakkak ki, Allahü teâlâ sizin her birinizi, yavrunuzu beslediğiniz gibi yiyecekle rızklandırır. Hattâ onu Uhud dağı kadar yapar.)
Peygamberimiz bir hadîsi şerîflerinde:
(Sizden öncekilerden mahşerde gölgelenecek olanların kimler olduğunu biliyor musunuz?) deyince, Eshâbı kirâm, “Allah ve Resûlü dahâ iyi bilir!” dediler. (Onlar kendilerine haklarından bir şey verildiği zamân kabûl ederler. Kendilerinden bir şey istendiğinde hemen verirler ve insanlar hakkında kendileri için olan hüküm gibi hüküm verirler) buyurdular.
(Bir kimse, bir kadının güzelliğine bakmak isteyip de, ondan gözünü çevirirse, Allahü teâlâ onun kalbine ibâdet zevkini sokar ve böylece ibâdetin tadını bulur.)
Kâsım bin Muhammed yine şöyle bildiriyor:
Resûlullah efendimizin eshâbından birisinin gözleri görmeyip, âmâ oldu. Sonra onu ziyârete gittiler. Bu zât şöyle dedi: “Ben, Peygamber efendimizi görmek için gözlerimin görmesini istiyordum. Fakat şimdi Resûlullah efendimiz âhırete irtihâl etti. Allah’a yemîn ederim! Eğer Yemendeki Tübâle beldesinin geyiklerinden birinin gözleri bende olsa artık buna sevinmem.”
İmâmı Buhârî, Kâsım bin Muhammed’in, “Bülûğa erdiğimiz günden beri, vitr namâzının hep üç rek’at kılındığını gördük” dediğini nakil ediyor.
Kâsım bin Muhammed, şöyle bildiriyor:
(Bir gün halam Hazreti Âişei Sıddîk’anın yanına vardım. Ona; “Ey Ana! Bana Peygamber efendimizin türbesini aç!” dedim.
Bunun üzerine bana Hücrei Se’âdeti açtı. Üç kabir gördüm. Yerden çok yüksek olmayıp, yer ile berâber de değildiler. Üzerlerine kızılca Batha taşcağızları dökülmüştü.
Peygamber efendimizin şerefli kabri hepsinden ilerdeydi. Hazreti Sıddîkın başı, Fahri kâinat hazretlerinin mübârek sırtı hizâsında, Hazreti Ömer’in başı da Resûlullah efendimizin ayağı hizâsındaydı.)
Yine Kâsım bin Muhammed anlatıyor:
Âdetim üzere yine bir gün sabâh namâzını kıldıktan sonra, halam Hazreti Âişeyi ziyârete gittim. O kuşluk namâzını kılıyor ve namâzında: “Allah lütuf edip bizi kavurucu azâptan korudu,” âyeti kerîmesini okuyor, ağlıyor ve durmadan tekrâr ediyordu. Beklemekten usandım. O bitirmedi. Ben de beklemeyip, bırakarak çarşıya çıktım. Kendi kendime: “İşimi bitireyim, sonra ziyâretine giderim” dedim.
İşimi bitirip döndüğümde, yine aynı hâlde âyeti kerîmeyi tekrâr ederek ağlamakta olduğunu gördüm.
Kâsım bin Muhammed, Mekke ile Medîne arasında Kudeyd denilen yerde, 106 [m. 725] senesinde vefât etti. Vefâtından önce gözleri görmez olmuştu. Öleceğini anlayınca oğluna; Beni üzerimde bulunanlarla kefenleyin, dedi. O sırada üzerinde gömlek, peştamal ve cüppe vardı. Oğlu; babacığım, bunu iki katına çıkarsak olmaz mı? diye sorduğunda, dedem Ebû Bekr de böyle üç parça bir kefene sarılmıştı. Bizim için ölçü onlardır. Bu kadarı kâfi, sonra dirilerin yeni giyeceklere ölülerden dahâ çok ihtiyâcı var, buyurdu.
Buyurdu ki: Bizden önce yaşayan büyüklerimiz, başa gelen musîbetleri güzellikle karşılamayı, kendilerine verilen nimetleri de, aşağı gönüllülük ederek karşılamayı severlerdi.