; Evliya Kabirleri | Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh

Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh

  Hayatı   Fotoğraflar   Menkıbeleri
Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh

Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh Hayatı

Horâsânda yetişen Evliyânın büyüklerindendir. İnsanların i’tikâd, amel, ibâdet ve ahlâk husûsunda doğruyu öğrenip yapmaları ve Allahü teâlâ’nın rızâsına kavuşmaları için rehberlik edip, buna kavuşturan meşhûr velîlerdendir. İsmi, Fadl bin Muhammed’dir. 434 [m. 1042] senesinde tevellüt etti. 477 [m. 1085]de vefât etti. Kabri, Tûs Yani Meşhed şehrindedir.
Yaşadığı devrin âlimleri arasında bir dâne idi. Zâhirî ilimleri, EbülKâsım Kuşeyrî hazretlerinden öğrendi. Ayrıca Ebû Abdüllah Muhammed bin Muhammed Şîrâzî, Ebû Mensûr Temîmî, Ebû Abdürrahmân Neylî, Ebû Osmân Sâbûnî ve dahâ başka âlimlerden de ilim tahsîl etti. Sözü, nasîhatleri pek tesîrli idi. Selçuklu Devletinin meşhûr vezîri Nizâmülmülk ve zamânın devlet erkânı kendisine çok hürmet ederdi. Zâhir ilimlerinde derin âlim idi. İmâmı Muhammed Gazâlînin ve Yûsüfi Hemedânî’nin mürşididir.
Rûh ilimlerinin mütehassısı idi. Evliyânın meşhûrlarından olan Ebû Sa’îd Ebül’hayr’dan da istifâde ederek feyiz aldı. Hocası EbülKâsımı Gürgânî, Ebû Osmânı Magribînin, bu da Cüneydi Bağdâdî hazretlerinin talebesi idi. Cüneydi Bağdâdî de Sırrî Sekâtînin, o da Ma’rûfi Kerhînin talebesi idi. Ma’rûfi Kerhî, imâmı Alî Rızâ ve Dâvüdi Tâîden feyiz almıştır. İmâmı Alî Rızâ babası Mûsâ Kâzım’dan, o da babası Ca’feri Sâdık’dan feyiz almıştır. Bütün Tasavvuf silsileleri, Ca’feri Sâdık’da birleşmektedir. Ebû Alî Farmedî’nin Kübreviyye yolu ile silsilesi, feyiz alması ve yetişmesi, EbülKâsımı Gürgânî vâsıtası iledir. Bir de (nübüvvet yolu) olan silsilesi vardır ki, EbülHaseni Harkânî vâsıtası ile yetiştiği yoldur. Ebül Haseni Harkânî, Bâyezîdi Bistâmî’den, o da Ca’feri Sâdık’dan feyiz almıştır. Her iki silsile de Ca’feri Sâdık’da birleşmektedir.
EbülKâsım Gürgânî hazretleri beni, Tasavvufta yetiştirmek üzere, çeşitli riyâzetler yapmamı emir etti. Nihâyet arzû edilen derecelere ulaştım. Sonra arkadaşlarımdan Ebû Bekr Abdüllah ile beni kardeş yaptı ve bizi berâberce Ebû Sa’îd hazretlerinin yanına Miheneye gönderdi. Ebû Sa’îd hazretlerinin huzûruna varınca, bana bir parça bez verip, duvârların tozunu silmemi söyledi. Arkadaşım Ebû Bekr Abdüllaha da misâfirlerin ayakkabılarını düzeltme vazîfesini verdi. Üç gün bu hizmeti yaptım. Dördüncü gün beni EbülKâsım hazretlerinin yanına geri gönderdi. Sonra iki hocam da vefât etti. Onların yerine sohbetleri ben yapmaya başladım. Talebelerim çoğaldı.
İsmim her tarafa yayıldı. Arkadaşım Şeyh Ebû Bekr Abdüllah büyük bir zât olduğu hâlde adı duyulmadı. O şöyle dedi: (Şeyh Ebû Sa’îd onun için; “Ebû Alî bez ile duvârın tozunu sil de, ömür boyunca söz bezi ile Allahü teâlâ’nın kullarının gönül duvârlarındaki ma’siyyet, günâh kirlerini silersin!” buyurdu. Bana da dervîşlerin ayakkabılarını düzeltmemi emir etti. Ben de bu vazîfede kaldım. Kimse beni tanımadı, ismimi anmadı.)
Ebû Alî Fârmedî hazretleri, bu hocalarından başka, zamânındaki Evliyânın en meşhûrlarından ve büyüklerinden olan EbülHasen Harkânî hazretlerinin sohbetlerine kavuştu. Orada dahâ yüksek derecelere ve kemâl mertebelerine ulaşmıştır. Bunu şöyle ifâde etmiştir: (Kalbimde hâsıl olan aşk ve şevk ziyâdesiyle artmıştı. Bu arzûmun çokluğu sebebiyle, EbülHaseni Harkânî hazretlerinin sohbetine kavuştum. Hizmetinde bulundum. Nihâyetsiz feyizlere, manevî zevklere eriştim.)
Ebû Alî Fârmedî hazretleri, zamânında Evliyânın önderi ve hidâyet güneşiydi. Selçuklu vezîri Nizâmülmülkün makâmına gelince, büyük vezîr hürmetle ayağa kalkar, onu kendi makâmına oturturdu. Hâlbuki, başkaları geldiği zamân, sâdece ayağa kalkar, yerini terk etmezdi. “Neden böyle yapıyorsun?” diye sorduklarında; “Ebû Alî Fârmedî hazretleri benim yüzüme karşı kusûrlarımı söylüyor, yaptığım yanlış işleri, haksızlıkları açıklayıp, beni îkâz ediyor. Emri marûf yapıyor. Diğerleri ise beni yüzüme karşı övüyorlar. Bu yüzden nefsim gurûrlanıyor. Ebû Alî Fârmedî hazretlerinin yermesi, benim için dahâ hayırlı olduğundan, ona dahâ çok hürmet ediyorum”, derdi.
Ebû Alî Fârmedî hazretleri buyurdu ki: “Talebenin hocasına karşı dili ile saygılı olması icap ettiği gibi, söylediğini kalbinden de ret etmemelidir.” Bununla alâkalı şu rüyasını anlatır: Hocam EbülKâsım Gürgânî’ye bir rüyamı anlattım ve ona; “Sizin bana rüyamda şöyle şöyle dediğinizi gördüm ve niçin böyle yaptığınızı sordum” dedim. Hocam, bunun üzerine bir ay benimle konuşmadı ve; “Eğer içinde benim söylediklerimi reddetmek duygusu ve cevap almak arzûsu olmasa, rüyanda bana bu şekilde sormazdın”, dedi.
Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh

Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh

Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh

Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh

Ebû Ali Farmedî kuddise sirruh Menkıbeleri

Ebû Alî Fârmedî hazretleri Tasavvuf yoluna girişini şöyle anlatmıştır: Gençliğimin ilk yıllarında Nişâpurda Sirâcân Medresesinde ilim öğreniyordum. Aradan bir müddet geçti. Bir gün Şeyh Ebû Sa’îd Ebül’hayr hazretlerinin Miheneden Nişâpura gelmekte olduğu haberini aldık. Halk arasında kerâmetleri meşhûr idi. Nişâpur halkı, âlimler ve ileri gelenlerin hepsi onun büyüklüğünü biliyor ve saygı duyuyordu. Pek çok kimse karşılamaya çıktı. Aralarında ben de bulunuyordum. Mübârek yüzünü görmek istiyordum. Kendisini görür görmez ona ve Tasavvuf büyüklerine karşı kalbimdeki muhabbet ve sevgi pek fazlalaştı. O gün sohbetini dikkatle dinledim. Artık onun huzûrunda bulunup, sohbetlerini dinleyenler arasına katıldım. Beni tanımaz, bilemez sanıyordum. Bir gün medresemdeki odamda iken onu görmek arzûm çok arttı. Fakat o gün sohbet için belirlenen günlerden değildi. Sabır edeyim, dedim. Dayanamayıp dışarı çıktım. Dışarı çıkınca etrâfıma bakındım. Ebû Sa’îd hazretlerinin yanında kalabalık bir cemâat ile, bir yere gitmekte olduğunu gördüm. Yalnız başıma onları takip ettim. Bir yere davete gidiyorlarmış. Davet edilen evin kapısına varıp içeri girdiler. Peşlerinden ben de girip, bir köşeye oturdum. Beni görmüyordu. Bir müddet kendi hâllerinde meşgûl oldular. Ebû Sa’îd hazretleri öyle bir hâle girdi ki, kendinden geçip, üzerindeki abayı parçaladı. Sonra üzerlerinden o hâl geçti. Abayı çıkarıp yere bıraktı. Mecliste bulunanlar yırtılmış abayı parçalara ayırıp dağıtması için Şeyh hazretlerinin önüne bıraktılar. Bu parçalardan işlemeli bir kısım olan kolun yen kısmını ayırıp; “Ey Ebû Alî Tûsî neredesin?” dedi. Ben kendi kendime beni tanımaz, bilmez, herhâlde talebelerinden, adı Ebû Alî olan birini çağırıyor diyerek cevap vermedim. İkinci defa çağırınca, yine cevap vermedim. Oradakiler bana; “Şeyh hazretleri seni çağırıyor,” dediler. Kalkıp huzûruna yaklaştım. Ayırdığı işlemeli elbise parçasını bana verdi ve; “Sen bize bu elbise parçası gibi yakınsın” dedi. Verdiği elbise parçasını alıp öptüm. Artık devâmlı huzûrunda bulundum. Nûrlara, feyiz ve bereketlere kavuştum. Sonra Ebû Sa’îd hazretleri Nişâpurdan ayrıldı. Ben EbülKâsım Kuşeyrînin yanında kaldım. Bende hâsıl olan hâlleri ona anlattığımda, bana; “Evladım, ilim öğrenmekle meşgûl ol” diyordu. İkiüç sene ilim öğrendim. İlimle meşgûl oldum. Bir gün kalemimi mürekkep hokkasına batırıp çıkardım. Bembeyâz çıktı. Üç defa böyle batırıp çıkardım. Her defasında mürekkep beyâz çıkıyordu. Bu hâli EbülKâsım Kuşeyrîye anlattım. “Mâdem ki kalem senin elinden kaçıyor, sen de onu bırak” deyince, medreseden ayrılıp, dergâha geçtim. EbülKâsım Kuşeyrînin hizmetiyle meşgûl oldum.”

Kendisi anlatır: Bir gün bana bir hâl olmuştu. Kendimden geçtim. Bu hâl içinde sanki yok ve fark edilemez oldum. Bu hâlimi hocama anlattım. “Ey Ebâ Alî! Benim gönül kuşum, buradan yukarısını bilemez” buyurdu. Ben de kendi kendime, beni bu makâmdan ileri götürecek bir mürşide, rehbere ihtiyâcım var, diye düşündüm. Bunun üzerine bir müddet geçti. Gün geçtikçe bu hâl arttı. Bu sırada EbülKâsım Gürgânînin ismini işitmiştim. Tûs şehrine hareket ettim. Evini bilmiyordum. Şehre gelince sordum. Yerini tarîf ettiler, gittim. Talebelerinden bir cemâat ile mescitte oturuyorlardı. Ben de iki rek’at namâz kılıp, önünde diz çöktüm. Şeyhin başı önüne eğikti. Başını kaldırdı ve; “Gel ey Ebâ Alî!” buyurdu. Vardım, selâm verip oturdum. Manevî hâllerimi anlattım. “Evet! Başlangıcın mübârek olsun! Henüz bir dereceye erişmişsin, ama terbiye görürsen, yüksek derecelere kavuşacaksın,” buyurdu. Gönlümden; “Artık rehberim budur,” dedim. Yanında kaldım. Uzun müddet nefsin terbiyesini emir ettikten sonra, yüksek manevî derecelere kavuşturdu. Cemâatini toplayıp kızını bana nikâh etti.

Ebû Alî Fârmedî hazretleri anlatır: Bir gün hocam EbülKâsım Kuşeyrî hamâmda gusül abdesti alıyordu. Sormadan ve istemedikleri hâlde, kuyudan bir kova su çıkarıp, hamâmın havuzuna boşalttım. O ânda hakîkaten bu miktâr suya olan ihtiyâçlarını bilmiyordum. Sonra öğrendim. Hamâmdan çıkınca; “Hamâmın havuzuna su boşaltan kimdi?” diye sordu. Niçin yaptın, diyeceğinden korktum. Şaşırdım. Nihâyet; “Ben idim” dedim. “Ey Ebâ Alî! EbülKâsımın yetmiş senede elde ettiği dereceleri, sen bir kova su ile kazandın. Allahü teâlâ senden râzı olsun”, buyurdu. Bir müddet dahâ hocamın huzûrunda bulunarak, nefsimin terbiyesi ile meşgûl oldum. Birçok marifetlere kavuştum.

Ebû Alî Fârmedî hazretleri şöyle anlatmıştır: “Bir defasında bir yolculuğumuz sırasında bir dağa yaklaşmıştık. Bu sırada önümüze çok büyük bir yılan çıktı. Hepimiz korktuk ve kaçıştık. Ebû Sa’îd hazretleri de orada idi. Atından inip, o koca yılana yaklaştı. Ben Şeyh hazretlerinin yanında idim. Yılan onun önünde başını yerlere sürerek saygı gösterir gibi hareketler yaptı. Ebû Sa’îd hazretleri yılana hitâp ederek; “Zahmet etmişsin” dedi. Sonra yılan dağa doğru uzaklaşıp gitti. Bu hâdise üzerine Ebû Sa’îd hazretlerine bu ne hâldir, diye sorduk. Dedi ki: “Bu dağda bulunduğum sırada birkaç sene bu yılanla aynı yerde bulunduk. Bizim buradan geçmekte olduğumuzu anlayınca gelip, dostluğunu tâzeledi. Ahdin güzelliği îmândandır. Güzel huylu olana karşı her şey güzel huylu olur. Nitekim İbrâhîm aleyhisselâm güzel huylu idi. Ateş de ona güzel huylu oldu. Onu yakmadı.