; Evliya Kabirleri | Cafer-i Sâdık kuddise sirruh

Cafer-i Sâdık kuddise sirruh

  Hayatı   Fotoğraflar   Menkıbeleri
Cafer-i Sâdık kuddise sirruh

Cafer-i Sâdık kuddise sirruh Hayatı

İslâm âlimlerinin gözbebeklerinden, seyyid ve on iki imâmın altıncısıdır. Hazreti Alî’nin torununun torunudur. Eshâbı kirâmı görmekle şereflenen Tâbi’în devrinin yükseklerinden ve Evliyânın büyüklerindendir. Künyesi Ebû Abdüllahdır. Tâhir, Fâdıl gibi birçok lakabı vardır. En meşhûru Sâdık’dır. Babası Muhammed Bâkır, onun babası İmâmı Zeynel’âbidîn, onun babası Hazreti Hüseyin ve onun babası da Hazreti Alî’dir “radıyallahü anhüm”. Annesi Ümmü Fervedir. Annesinin babası Kâsım, onun babası Muhammed ve onun babası da Hazreti Ebû Bekri Sıddîk’dır. Annesinin annesi, Abdürrahmân bin Ebû Bekr’in kızı Esmâdır. 83 [m. 702] senesinin Rebîulevvel ayının on yedisinde Pazartesi günü Medînei münevvere’de doğdu. Altmış beş senelik ömrünün otuz dört senesinde imâmlık yaptı. 148 [m. 765] senesinin Recep ayının on beşinde Pazartesi günü Medîne’de vefât etti. Kabri, Cennetül Bakî’de babası Muhammed Bâkırın, dedesi, İmâmı Zeynel’âbidînin ve amcası Hasen bin Alînin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kabirlerinin yanındadır. Allahü teâlâ, ihsânlarda bulunduğu ve şerefli kıldığı o kabirde yatan derecesi yüksek zâtın ecrini arttırsın!
Ca’feri Sâdık hazretleri, temiz ve yüksek bir nesebe (soya) sâhip olduğu gibi, güzel yüzlü ve tatlı dilliydi. Bedeni sanki nûr saçıyordu. Yüzünün rengi beyâz ve kırmızı karışmış olup, tatlı bir çehresi vardı. Kuvvetli ve orta boylu idi. Saçı kumrala yakındı. Hazreti Alî’ye çok benzerdi. On evladı olup, yedisi erkek, üçü kız idi. Oğulları: Mûsâ Kâzım, İshak, Muhammed, İsmâ’îl, Abdüllah, Abbâs ve Alî’dir. Evlatlarının hepsi zamânının süsü, âlimi ve üstünlerinden olup, Evliyânın rehberi idiler. Oğlu Mûsâ Kâzım, on iki imâmın yedincisidir.
İbni Ukâşe elEsedî, bir defasında, İmâmı Muhammed Bâkırın “radıyallahü anh” huzûruna gelmişti. Oğlu Ca’feri Sâdık da yanında idi. İbni Ukâşe “radıyallahü anh”, Ca’ferin evlenme çağı gelmiştir. Onu evlendirseniz, dedi. Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” bir câriye ile nikâhlanıp, evlendi. O câriyeden, Mûsâ Kâzım “radıyallahü anh” doğdu. O câriye; Ca’feri Sâdıka hanım, Mûsâ Kâzıma da anne olmak şerefine kavuştu.
İmâmı Ca’feri Sâdık ilmi, on iki imâmdan beşincisi olan babası Muhammed Bâkır’dan öğrendi. İlim ve fazilette zamânının bir tânesi oldu. Bütün din bilgilerinde olduğu gibi, zamânının bütün fen bilgilerinde de söz sahibiydi. Yetiştirdiği talebeler, cebir ve kimyâ ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır. Fizik ve kimyâ ilimlerinin konusunu teşkîl eden madde ve onlar üzerindeki bilgisi, o kadar çoktu ki, bu husûslarda birçok kimseye hocalık yaptı. Kimyânın babası sayılan Câbir de, Ca’feri Sâdık’ın talebesidir. İmâmı Ca’fer’in en meşhûr talebelerinden birisi, Hanefî mezhepinin kurucusu ve Ehli sünnetin reîsi olan İmâmı a’zam Ebû Hanîfe Nu’man bin Sâbitdir. İmâmı a’zam, Ca’feri Sâdıkın iki sene derslerine ve sohbetlerine devâm ederek, o marifet kaynağından ilim ve Evliyâlık yolunda çok istifâde etti.
İmâmı a’zam, Onun huzûrunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için, “O iki sene olmasaydı, Nu’mân helâk olmuştu” buyurmuştur.
İmâmı a’zam “radıyallahü anh”, bu sözü ile, hocası Ca’feri Sâdık hazretlerinin büyüklüğünü, kıymetini, kavuştuğu dereceleri bildirmiştir.
İmâmı Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” şöyle anlatmıştır: Babam bana, ben vefât ettiğim zamân, beni sen yıka. Çünkü, imâmı, imâmdan başkası yıkayamaz diye vasiyet etti. Ayrıca kardeşin Abdüllah da imâmlık davâsında bulunacaktır. Ona karışma. Çünkü, ömrü kısa olacaktır, buyurdu. Babam vefât edince, cenâzesini yıkadım. Kardeşim Abdüllah imâmlık davâsında bulundu. Fakat, babamın bildirdiği gibi ömrü kısa sürdü.
Tasavvuf, kalbi, bütün kötü huylardan temizleyip, Allahü teâlâ’ya kavuşmak için lâzım gelen marifetleri, ibâdet ve işleri öğreten yoldur. Tasavvuf yollarının çeşitli isimler alması, başka başka olduklarını göstermez. Talebelerin kâbiliyetlerinin farklı olması, bulundukları zamân ve mekânların ayrı olması, bu yollara ayrı isimler verilmesine sebep olmuştur. Hazreti Ebû Bekr vâsıtası ile gelen yola (Nübüvvet yolu), Hazreti Alî vâsıtası ile gelen yola, (Vilâyet yolu) denilmiştir. Bu iki yol imâmı Ca’fer Sâdık hazretlerinde birleşmektedir. İmâmı Ca’feri Sâdık, iki yoldan Resûlullaha bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup, Hazreti Alî “radıyallahü anh” vâsıtası ile Resûlullaha bağlanmaktadır. İkincisi anasının, babalarının yolu olup, Hazreti Ebû Bekri Sıddîk “radıyallahü anh” vâsıtası ile Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” bağlanmaktadır. İmâmı Ca’feri Sâdık, hem ana tarafından Ebû Bekri Sıddîk soyundan, hem de, onun vâsıtası ile Resûlullah’dan feyiz almış olduğu için, “Ebû Bekri Sıddîk beni iki hayâta kavuşturmuştur” buyurdu. Ca’feri Sâdık hazretleri, Resûlullah’dan gelen Peygamberlik (Nübüvvet) üstünlüklerine, Hazreti Ebû Bekr, Selmânı Fârisî ve Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekr silsilesi ile kavuşmuştur. Evliyâlık (vilâyet) üstünlüklerine de, Hazreti Alî, Hazreti Hasen ve Hüseyin, Zeynel’âbidîn ve babası Muhammed Bâkır yolu ile kavuşmuştur. İmâmı Ca’feri Sâdıkda bulunan bu iki feyiz ve marifet yolu, birbirleri ile karışmış değildir. İmâm hazretlerinden, Ahrâriyye büyüklerine, Hazreti Ebû Bekr yolu ile, öteki silsilelere ise, Hazreti Alî yolu ile feyiz gelmektedir. İmâmı Ca’feri Sâdıkın, ilimde, marifette, züht ve takvâda, kanâat ve bütün güzel ahlaktaki üstünlüğünü, büyüklüğünü duymayan kalmamıştır. Büyükler gibi çocuklar arasında da meşhûr olmuştur. Hikmetli sözleri ve menkıbeleri her yere yayılmış, kitâplara yazılmıştır. Onun büyüklüğü bazı eserlerde şöyle anlatılmaktadır.
Ca’feri Sâdık; Muhammed aleyhisselâmın dîninin sultânı, Peygamberlik kemâlâtının (üstünlüklerinin) bürhânı (delîli, senedi), hakîkatlerin âlimi, Evliyânın gönüllerinin meyvesi, Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” vârisi, âriflerin, Hak âşıklarının serveri (önderi) idi. Zevk, aşk sâhiplerinin rehberiydi. Tefsîr ilminde eşi yoktu. Namâzda kendinden geçip düştüğü olurdu. Ca’feri Sâdık, Ehli beytden olup, Ehli sünnetin gözbebeğidir. Ehli sünnetin reîsi olan İmâmı a’zamın marifette, Tasavvuf ilimlerinde hocasıdır. Ehli sünnet velcemâ’at i’tikâdında olanların kalpleri, Ehli beyt sevgisi ile doludur.
Yani Ehli beyti sevenler ve onların yolunda gidenler, asılında Ehli sünnet olanlardır. Ehli beyte olan hakîkî ve samîmi sevgisinden dolayı, İmâmı Şâfi’î’ye (ki, Ehli sünnetin imâmlarındandır) “Râfizî” diyenler oldu. Hâlbuki O, kimseyi kötülemedi, hepsini sevdi. Nitekim bütün Ehli sünnet âlimleri, “Ehli beyti sevmek âhırete îmân ile gitmeğe, son nefeste selâmete, hidâyete kavuşmaya sebep olur” buyurdular.
Süfyânı Sevrî hazretleri, bir gün Ca’feri Sâdık’ın evine gitmişti. Huzûruna girip, görüşmek için izin istedi. Kendisine izin verdi. Yanına geldiği zamân Ona dedi ki: “Ey Süfyân! Sen, zamân zamân sultân ile görüşüyorsun. O seni arıyor, sen de ona gidiyorsun. Ben ise, mümkün mertebe sultândan uzak duruyorum. Zamânın hâli bunu icap ettiriyor. Yanımdan hemen çık, git!”. Süfyân, dedi ki: “Bana bir hadîsi şerîf nakil etmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey İmâm! Senden nasîhat alacak bir hadîsi şerîf işitip gideyim.”
Ca’feri Sâdık buyurdu ki: “Çok sözün sana fâidesi yoktur. Ben babamdan, O da babasından, o da babasından rivâyet ederek Resûlullah’dan “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirilen üç şeyi anlattı:
1) Allahü teâlâ’nın nimetine kavuşan ve bu nimetin devâmlı olmasını isteyen kimse, Allahü teâlâ’ya hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zîrâ Allahü teâlâ Kur’ânı kerîm’de İbrâhîm sûresi yedinci âyetinde, (Nimetlerimin kıymetini bilir, emir ettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâp ederim) buyurdu.
2) Bir kimse, rızkı azaldığı zamân, çok tövbe ve istiğfâr etsin! Zîrâ Allahü teâlâ Nuh sûresinde tövbe ve istiğfâr edenlerin, günâhlarını afv edeceğini ve rızklarını arttıracağını va’d ediyor.
3) Bir kimse sultândan veyâ herhangi şeyden bir sıkıntı görürse ve bir belâya duçar olursa, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahilaliyyilazîm” desin!
Bunun üzerine Süfyânı Sevrî, İmâmı Ca’fer’in elini tuttu ve Ona dedi ki: Hepsi, bu üçü müdür? İmâmı Ca’fer buyurdu ki: Bunları iyi anla! Allahü teâlâ’ya yemîn ederek söylüyorum ki, bunları yaparsan, çok ihsânlara, iyiliklere kavuşursun.
Bir gün Ca’feri Sâdıka sordular. Allahü teâlâ, fâizi niçin harâm kılmıştır. Buyurdu ki: İnsanların birbirine iyilik yapmaları, ihsânda bulunmaları için, Allahü teâlâ onu harâm etti. Fâiz harâm olmasaydı, birbirine karşılıksız iyilik yapan kalmazdı. Yapılan her iyiliğin karşılığı olarak dünyâda menfaat bekleyen çok olurdu.
İmâmı Ca’feri Sâdık hazretleri duâsı makbul olanlardandı. Allahü teâlâ’dan bir şey istediğinde dahâ sözü bitmeden, isteği verilirdi. Bir gün yalnız başına yolda gidiyordu. Kendisini sevenlerden biri de arkasından yürüyordu. Bir ara Ca’feri Sâdık hazretleri, “Yâ Rabbî! Elbisem yoktur, bana elbise gönder” buyurdu. Âniden bir paket içinde elbise geldi. Arkadan takîp eden zât evlerine kadar geldi. Hazreti İmâma, efendim! Siz duâ ederken, bende âmîn dedim. Eski elbiselerinizi bana verin, dedi. Bu söz Hazreti İmâmın hoşuna gitti ve elbiselerini ona verdi.
İmâmı Ca’feri Sâdık hazretleri, Ehli beytin en büyüklerindendi. Nûrlu kalbine akıp gelen ilminve feyizin çokluğu, akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce marifetleri bildiren sözleri, nükte ve latîfeleri çok meşhûrdur. Sayılamayacak kadar hikmetli sözleri vardır.
Buyurdular ki: Beş kimsenin sohbetinden, Yani beş kimse ile berâber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden. Ona dâimâ aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden. Üçüncüsü, ahmaktan Yani aklı az olandan. En çok işine yarayacağı zamân, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü kalpli kimseden. İşi bozulunca seni harcar. Beşincisi, fâsıkdan Yani günâh işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü, seni bir lokma ekmeğe satar.
Bir mümin kardeşine ait hoş olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özr kapısını araştır. Bulamazsan, belki benim anlamadığım bir özr kapısı vardır de ve kapa.
Müslümân kardeşinizden manâsını anlamadığınız bir söz duyarsanız, iyiye yorunuz. Dahâ iyisi mümkün olmayacak kadar iyiye yorumlayınız. Anlayamamaktan dolayı kendinizi ayıplayın.
Bir hatâ işlediğiniz zamân istiğfâr edin, hatâda ısrâr, helâk olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlığı çekiyorsa, istiğfâra devâm etsin.
Mihnete şükür etmeyen, nimete şükür etmez.
Perşembe günü ikindi vakti olunca, Allahü teâlâ, meleklerini gökten yere indirir, Meleklerin yanında gümüşten sahifeler ve altından kalemler vardır. Ertesi gün güneş batıncaya kadar Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” okunan salavatı yazarlar.
Nefsi için nefsi ile mücâdele eden, kerâmete kavuşur. Nefsi ile Allah için mücâdele eden, Allahü teâlâ’ya kavuşur.
Allahü teâlâ, dünyâya emir etti ki:
Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmetçi ol! Senin peşinden koşana da zahmet, sıkıntı ver!
Şu dört şeyi, her şerefli kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz. Bulunduğu meclise babası gelirse, ayağa kalkmak. Misâfire hizmet etmek. Yüz dâne hizmetçisi olsa, muhtaç olmadığı zamân bineğine yardım istemeden binmek. İlim öğrendiği hocasına hizmet etmek.
Bir kimse, sevdiği bir malının elinde devâmlı kalmasını isterse, ona baktıkça, “Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” (Yani, Allah’ın dilediği olur, kuvvet Onundur) desin!
Malı ve evladı çok olmasını isteyen, nebâtî (sebze) yemek çok yesin!
Din âlimleri (fakîhler), sultânların, devlet adamlarının kapısına gidip, onlara yaltaklanmadıkça, Peygamberlerin vekîlleridir.
Namâz, her takvâ sahibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihâdıdır. Bedenin zekâtı oruçtur. Amel (ibâdet, hayırlı iş) yapmadan karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer.
Sadaka vererek rızkınızı çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. İktisât eden, tasarrufa riâyet eden aldanmaz. Tedbîrli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır. İnsanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır.
Anababasını üzen, onlara isyân etmiş olur. Musîbet zamânında dizini döven, sevabından mahrûm olur.
Takvâdan (Allahü teâlâ’dan korkup harâmlardan sakınmaktan) dahâ üstün azık yoktur. Susmaktan güzel şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur.
İyilik üç şeyle temâm olur: O iyiliği yapmakta acele etmek. Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek, dâimâ küçük görmek. İyiliği yaparken, gizlice yapmak.
Uzun emel sahibi olmak ve her şeyi sonraya bırakmak perîşanlık ve düşüncesizliktir.
Allahü teâlâ’nın yarattığı işlere karışmak, karışanın felâketine sebep olur.
Dört şey vardır ki, onların azı da çoktur: Ateş, Düşmanlık, Fakîrlik, Hastalık.
Kız evlatlar, anababası için hayr ve hasenattırlar. Oğlanlar ise, nimettirler. Hasenât sahibi olanlar sevâp kazanır. Nimetlerden ise hesâba çekilir, suâl sorulur.
Bir kimse, kusûr, günâh işlediği zamân utanmıyorsa, yaşlandığı zamân pişmânlık duyup, kötü işlerinden vazgeçmezse ve tenhâ bir yerde olduğu zamân Allahü teâlâ’dan korkmazsa, onda hayr yoktur.
Üç şey vardır ki, Müslümânları çok azîz, şerefli eder:
Kendisine zulüm edeni afv etmek. Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak. Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak.
İmâmı Ca’feri Sâdık, din bilgisi üzerine hiç kitâp yazmadı.
Şî’îlerin dört esâs kitabı olan Küleynînin (Kâfî)si, İbni Bâbeveyh Ebû Ca’fer Muhammed bin Ahmed Alî Kummînin (Menlâ yahdur)u, Ebû Ca’fer Muhammed bin HasenTûsînin (Tezhib) ve (İstibsâr) kitâplarında, İmâmı Ca’fer Sâdıkdan emirler, haberler yazılı ise de, bunları bildirenlerin sağlam ve sahîh olmadıklarını kendileri de bildirmektedir.
İmâmiyyenin otuz ikinci fırkasına (Ca’feriyye) denilir. Bunlar, Haseni Askerî öldükten sonra, kardeşi Ca’fer bin Alî imâm oldu. Haseni Askerînin evladı yoktur derler. Bu Caferîlerin, imâmı Ca’fer Sâdıkla bir ilgileri yoktur.
Şî’îlerin bugün ellerinde bulunan hadîs ve fıkıh kitâplarını Ebû Ca’fer Muhammed bin Ya’kûb Kuleynî ile Ebû Ca’fer Muhammed bin Hasen Kummî yazdıkları ve Ebû Ca’fer Muhammed Tûsînin mezhebinde oldukları için kendilerine Ca’ferî diyorlar.
(Eshâbı kirâm) kitabında buyuruluyor ki: Seyyid Eyyüb bin Sıddîk “rahimehullahü teâlâ” (Menâkıbı Çihâr yâri güzîn) kitabında, altmış üçüncü menâkıbde diyor ki, Küfe [şimdiki Bağdâd] şehrinde, Abdülmecîd adında bir sapık vardı.
İmâmı Ca’fer Sâdık’ın “rahimehullahü teâlâ” huzûruna gelip çeşitli şeyler sordu. Ca’feri Sâdık da, o sapığın zihnini aydınlatıp, kalbindeki şüpheleri gidecek şekilde cevab verdi
Sapık —Eshâb arasında, en üstün kimdir?
Ca’feri Sâdık — Ebû Bekri Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hepsinden üstündür.
Sapık —Böyle olduğunu nereden biliyorsun?
Ca’feri Sâdık — Allahü teâlâ, onun için, Resûlden sonra, ikinci buyurdu. Bundan üstün şeref olmaz.
Sapık—Alî “radıyallahü anh”, Resûlün yatağında, kâfirlerden korkmadan, yatmadı mı?
Ca’feri Sâdık—Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” bir şeyden korkmadan, Resûlullah’dan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” önce mağaraya girdi.
Sapık—Kâfirlerden korkmasaydı, girmezdi. Hâlbuki, Allahü teâlâ, Resûlüne haber verip, Ebû Bekre korkma dedi. Demek ki korktu.
Ca’feri Sâdık —O, Resûlullaha bir zarar gelirse diye korktu. Ayağını bir deliğe koydu. Yılan onu kaç kere ısırdı. Acısına katlanıp, Resûlü râhatsız etmemek için, ayağını çekmedi. Resûlü uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehirlenerek, cânını Resûle fedâ etmezdi.
Sapık — Mâide sûresinde, (Rükû’da iken sadaka verirler) meâlindeki elli sekizinci âyeti kerîme ile medh olunan, Alîdir.
Ca’feri Sâdık — (Allahü teâlâ, mürtetlerle cihat eden bir kavım getirir. Allahü teâlâ bunları sever) meâlindeki âyeti kerîme, Ebû Bekri Sıddîk içindir ve dahâ çok yükseltmektedir.
Sapık — Bakara sûresi, iki yüz yetmiş dördüncü âyetinde, (Mallarını, gece, gündüz, gizli, göz önünde verenler) meâli şerîfi ile medh olunan Alî değil midir?
Ca’feri Sâdık— Ebû Bekri Sıddîkı medh eden (Velleyl) sûresi, şânını çok yükseltmektedir. Çünkü, Ebû Bekr, kırk bin altun verdi. Kendisine hiç bırakmadı. Allahü teâlâ, Resûlüne Cebrâîl aleyhisselâmı gönderip mealen ;
(Ben Ebû Bekrden râzıyım. O benden râzı mıdır?) buyurdu. Ebû Bekr, (Ben, Allahü teâlâ’dan râzıyım, râzıyım, râzıyım) diyerek cevab verdi.
Sapık—Tövbe sûresinin yirminci âyetinde, (Hâcılara su vermeği ve Mesciti Harâmı binâ etmeği, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz? Hayır. Böyle değildir) meâli şerîfi ile Alî övülmektedir.
Ca’feri Sâdık— Hadîd sûresi, onuncu âyetinde, (Mekke’nin fethinden önce, sadaka verip, cihat eden ile, fethden sonra veren ve cihat eden bir değildir. Önce olanın derecesi, dahâ yüksektir) meâli şerîfi ile Ebû Bekr medh olunuyor. Ebû Cehl [Amr bin Hişâm bin Mugîre] Resûlullaha vurmak istedi. Ebû Bekr yetişip, önledi.
Sapık — Alî, hiç kâfir olmadı.
Ca’feri Sâdık — Evet öyledir. Fakat, Allahü teâlâ, Tövbe sûresi, yüz birinci âyetinde, (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır. Onlara Cennetde sonsuz nimetler vardır) ve Zümer sûresi, otuz üçüncü âyetinde, (Doğru haberle gelen ve Ona inanan için Cennette, istedikleri her
şey vardır) meâli şerîfleri ile Ebû Bekr’in “radıyallahü teâlâ anh” îmânını medh etmektedir. Başkasının îmânı, böyle övülmedi. Mekke’de, Resûlullah, her ne söylerse, kâfirler, yalan söylüyorsun derdi. Ebû Bekr, hemen yetişip, doğru söylüyorsun, yâ Resûlallah derdi.
Sapık— İmrân sûresi, yüzellibeşinci âyetinde, Allahü teâlâ, (Uhud gazâsında, şeytâna uyup, dağılanlar) meâli şerîfi ile şikâyet etmiyor mu?
Ca’feri Sâdık— Âyeti kerîmenin sonunu da oku! (Onların bu kusûrlarını afv ettim) meâli şerîfini buyuruyor.
Sapık— Alî’yi sevmek farzdır. Şûra sûresi, yirmi üçüncü âyetinin meâli, (Size islâmiyyeti bildirdiğim ve Cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz)dir ki, bunlar Alî, Fâtıma,Hasen ve Hüseyin’dir.
Ca’feri Sâdık— Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” duâ etmek ve Onu sevmek farzdır. Haşr sûresi, onuncu âyetinin meâli âlîsi, (Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen müminler, Yâ Rabbî! Bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi [Yani Eshâbı kirâmı] afv et derler)dir. Hüseyinî tefsîrinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki; Eshâbı kirâm’dan”radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birini sevmiyen kimse, bu ayette bildirilen müminlerden olmaz. Bu duâdan mahrûm olur).
Sapık— Resûl aleyhisselâm, (Hasen ve Hüseyin, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları ise, dahâ üstündür) buyurdu.
Ca’feri Sâdık— Ebû Bekri Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için bundan dahâ iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkır’dan işittim. Ceddim İmâmı Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzurunda idim. Ebû Bekr’le Ömer geldi. Resûlullah buyurdu ki, (Yâ Alî! Bu ikisi, Cennet erkeklerinin en üstünüdür).
Sapık — Yâ Ca’fer, Âişe mi üstündür, Fâtıma mı?
Ca’feri Sâdık— Âişe“radıyallahü anhâ”, Resûlullah’ın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevcesi idi. Cennette, onun yanında olur. Fâtıma “radıyallahü anhâ” Alî’nin “radıyallahü teâlâ anh” zevcesi idi. Onun yanında olur.
Sapık — Âişe, Alî ile harp etti. Cennete girer mi?
Ca’feri Sâdık— Ahzâb sûresi, elli üçüncü âyetinin meâli âlîsi, (Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikâh ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günahtır)dır.
Beydâvî ve Hüseyinî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet gösteriyor ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât ettikten sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır.
Sapık— Ebû Bekr’in halîfe olacağını, Kur’ânı kerîm’de gösterebilir misin?
Ca’feri Sâdık — Hem Kur’ânı kerîm’de, hem Tevrât’da ve hem İncîl’de gösterebilirim. En’âm sûresi, yüzaltmışbeşinci âyetinin meâli âlîsi, (Allahü teâlâ, sizi yer yüzünün halîfesi yaptı) birbirinizin yerini tutarsınız. Nûr sûresi, elli beşinci âyetinin meâli âlîsi, (Îmân eden ve emirlerimi yapanlarınızı yer yüzüne hâkim kılacağımı söz veriyorum. İsrâîl oğullarını halîfe yaptığım gibi, sizi de, birbiriniz ardı sıra halîfe yapacağım)dır. Beydâvî ve Hüseyinî diyor ki, bu âyeti kerîme gaybdan haber verip Kur’ânı kerîm’in, Allahü teâlâ’nın kelâmı olduğunu ve dört halîfesini “radıyallahü anhüm ecma’în” meşrû, haklı olduğunu göstermektedir.
Tevrât da ve İncîl’de, Feth sûresi son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve Onunla birlikte olanlar, birbirlerini her zamân ve çok severler ve her zamân kâfirlere düşman olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekte ve Ebû Bekrin şerefine işâret edilmektedir. Bu âyetin sonunda meâlen, ( Eshâbımın misalleri Tevratda ve İncîlde bildirildi) buyuruyor. Ceddim Alî’nin haber verdiği hadîsi şerîfde, (Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerametleri bana verir.
Kıyâmetde mezârdan, önce kalkarım, Allahü teâlâ, dört halîfeni çağır buyurur. Onlar kimdir yâ Rabbî? derim. Ebû Bekrdir buyurur.Yer yarılıp Ebû Bekr, her kesten önce mezârdan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar.) buyuruldu.
Sapık — (hemen söz alıp) Yâ Ca’fer, bunlar, Kur’ân’da var mı?
Ca’feriSâdık— Zümer sûresi, altmış dokuzuncu âyeti kerîmesinin meâli âlîsi, (Peygamber ve bunların şâhitleri, hesap için getirilir)dir. Yahut, şehitleri getirilir denildi.
Sapık— Yâ Ca’fer! Şimdiye kadar, üç halîfeyi sevmiyordum. Şimdi buna pişmân oldum. Tövbe edersem kabûl olur mu?
Ca’feri Sâdık — Çabuk tövbe et! Bu tövbe, se’âdetine alâmettir. Bu hâl ile âhırete gitseydin, dînin boşa giderdi.
Cafer-i Sâdık kuddise sirruh

Cafer-i Sâdık kuddise sirruh Menkıbeleri

Molla Abdürrahmân Câmî hazretleri, (Şevâhidünnübüvve) kitabında buyuruyor ki: Halîfe Mensûr, Rebi’e dedi ki, İmâmı Ca’feri Sâdık yanıma gelsin. Çağırdılar. Yanına gelince, halîfe Mensûr: Eğer seni öldürmezsem, Allah beni öldürsün! Bir takım hîlelerle fitne çıkarıp, Müslümânların kanının dökülmesini istiyorsun, dedi. Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” yemîn ederek, ben böyle bir şey yapmadım ve yapmak da istemem. Eğer böyle bir şey işittiyseniz, o bir yalancının sözüdür. Allahü teâlâ korusun, söylediğiniz şeyi ben yapamam. Yûsüf aleyhisselâma zulüm ettiler, afv etti. Eyyûb aleyhisselâm bir derde müptela oldu, sabır etti. Süleymân aleyhisselâma çok şeyler ihsân olundu, şükür etti. Bunlar Peygamberdir, senin nesebin de onlara ulaşır, dedi. Mensûr bunları dinleyince, doğru söylüyorsun. Yukarı çıkalım diyerek odasına davet etti. Sonra bu söylediklerimi bana falan kimse söyledi, dedi. O kimseyi çağırdılar. Gelince sen bu sözleri Ca’feri Sâdık’ın kendisinden mi işittin, diye sordu. O şahıs evet kendisinden işittim, deyince, yemîn eder misin, dedi. Evet dedi ve şöyle yemîn etti: “Billahillezî lâ ilâhe illâ hû âlimülgaybi veşşahâdeti: “Kendisinden başka ilâh olmayan, gizli ve açık Her şeyi bilen Allaha yemîn ederim”, dedi. Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” o şahsa şöyle yemîn et dedi: “Beraytü min havlillahi ve kuvvetihî veltece’tü ilâ havlî ve kuvvetî lakad fe’ale kezâ ve kezâ Ca’fer ve kezâ ve kezâ kâle Ca’fer: (Allahın kuvvet ve kudretinden çıkıp, kendi kuvvet ve kudretime sığınmış olayım ki, Ca’fer şöyle şöyle dedi ve şöyle şöyle yaptı)”. O şahıs önce böyle yemîn etmek istemedi. Fakat sonra etti ve o ânda düşüp öldü. Halîfe Mensûr, bunun ölüsünü ayağından tutup, dışarı atınız, dedi.

Rebi’ şöyle anlatır: Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” halîfe Mensûrun yanına geldiğinde, dudaklarını kıpırdatıyor, bir şeyler okuyordu. Mensûrun kızgınlığı yavaş yavaş geçti. Hattâ onu yanına çağırıp, güler yüzlü ve hoşnut davrandı. Oradan ayrılınca, Ca’feri Sâdıka “radıyallahü anh” halîfe sana çok kızmışdı, sen gelip dudaklarını oynattıkça, onun kızgınlığı yavaş yavaş söndü. Hangi duâyı okuyordunuz, diye sordum. Dedem Hazreti Hüseyinin “radıyallahü anh” duâsını okuyordum. Bu duâ şöyledir buyurdu: “Yâ uddetî inde şiddetî ve yâ gavsî inde kürbetî ührüsnî biaynikelletî lâtenâmü ve ekfinî bi rüknike ellezî lâ yerâmu”. [Ey, zorlukta dayanağım ve ey sıkıntıda hakîkî mededkârım! Dâimî görmekliğin ile beni koru ve nihâyetsiz kudret ve kuvvetinle bana kâfi’ ol!] Rebi’ demiştir ki, bu duâyı ezberledim. Bana ne zamân bir musîbet gelse, bu duâyı okur, kurtulurdum. Sonra o ölen şahsa niçin kendi yemîninden başka bir yemîn ettirdiniz diye sordum. Bir kul Allahü teâlâ’yı vahdâniyyet ve azamet ile zikr ederse, Allahü teâlâ o kuluna rahmet ve re’fet (koruma) ile nazar eder ve cezâsını geciktirir. O kimseye işittiğin gibi yemîn verdim ve gördüğün gibi Allahü teâlâ onun cezâsını çabuk verdi.

Halîfe Mensûr, kapıcısına, Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” bana geldiği zamân, benim yanıma girmeden onu öldür, diye emir etti. Ca’feri Sâdık bir gün halîfe Mensûrun bulunduğu yere geldi ve yanına girip oturdu. Kapıcı içeri girip, onu halîfe Mensûrun yanında gördü ve şaşırdı. Bir müddet sonra Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” ayrılıp gitti. Mensûr kapıcısını yanına çağırıp, sana ne emir etmiştim, dedi. Kapıcı yemîn ederek, Ca’feri Sâdıkı sâdece senin yanında gördüm. Girerken de, çıkarken de görmedim, dedi.


Dâvüd bin Alî bin Abdüllah bin Abbâs, İmâmı Ca’feri Sâdık’ın “radıyallahü anh” kölelerinden birini öldürdü ve mâlını aldı. Ca’feri Sâdık hazretleri, Dâvüd’ün yanına gidip, kölemi öldürdün ve mâlımı gasp ettin. Sana bedduâ edersem görürsün, dedi. Dâvüd bin Alî beni bedduâ ile mi korkutuyorsun diyerek, alay etti. Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” evine gidip, bütün geceyi ibâdet ile geçirdi. Seher vakti Dâvüd bin Alî’ye bedduâ ettiğini işittiler. Aradan bir sâat geçmeden Dâvüd bin Alî öldürüldü.

Ebû Basîr şöyle anlatmıştır: Medîne’ye gitmiştim. Yanımda bir câriyem vardı. Sabâhleyin gusül abdesti almak maksadı ile hamâma gitmek için dışarı çıktım. Bir gurub kimseyi İmâmı Ca’feri Sâdık’ın “radıyallahü anh” ziyâretine giderken gördüm. Ben de onlara katıldım. Gidip huzûruna girdik. Bana bakarak, ey Ebâ Basîr, Peygamberlerin ve oğullarının huzûruna cünüp olarak girilemeyeceğini bilmiyor musun, buyurdu. Sizi ziyaretten mahrûm kalmayayım diye böyle geldim, dedim. Sonra bir dahâ böyle yapmayacağıma tövbe edip, dışarı çıktım.

Bir kimse şöyle anlatmıştır: Mekke’de bir elbise satın almıştım. Kendime kefen olsun diye ölünceye kadar saklamağı düşünüyordum. Arafâtdan Müzdelifeye gittiğimizde, o elbiseyi kaybettim ve çok üzüldüm. Sabâhleyin Minâya gidince, Mesciti Hîfde oturmuştum. O sırada birisi gelip, seni Ca’feri Sâdık hazretleri çağırıyor, dedi. Gidip selâm verdim ve huzûrunda oturdum. Bana, istersen, sana bir elbise vereyim, vefâtından sonra kefenin olur, buyurdu. İyi olur, zâten bir elbisem kayboldu, dedim. Hizmetçisi bir elbise getirdi. Aynen kaybettiğim elbise gibi idi. Bunu al ve Allahü teâlâ’ya ısmarla buyurdu.

Bir zât şöyle anlatmıştır: Bir cemâ’at ile Ca’feri Sâdık hazretlerinin sohbetindeydik. Ben şöyle sordum. Allahü teâlâ, İbrâhîm aleyhisselâma [Bekara sûresi 260.cı âyetinde meâlen] (... Dört kuş al, onları kendine alıştır, sonra onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy, sonra onları çağır, koşarak sana gelirler...) buyurdu. Bu kuşlar aynı cinsten mi idi yoksa, değişik cinsten mi idiler? Ca’feri Sâdık “radıyallahü anh” bu süâlim üzerine, istermisiniz o kuşları aynen size göstereyim, buyurdu. İsteriz, dedik. Ey tavus diye çağırdı, bir tavus kuşu geldi. Ey karga dedi, bir karga geldi. Ey güvercin dedi, bir güvercin geldi. Sonra ey doğan dedi, bir doğan kuşu geldi. Bu dört kuşun başlarının kesilmesini emir etti. Parça parça edip etlerini birbirine karıştırdılar. Başlarını bıraktılar. Tavus kuşunun başını kaldırıp, ey tavus buyurdu. Bir de baktık ki tavus kuşunun eti ve kemiği diğer kuşların parçaları arasından ayrılıp, kendi başıyla birleşti, cânlanıp önceki hâlini aldı. Diğer üç kuş da aynı şekilde cânlandılar.