; Evliya Kabirleri | Ahmed İbni Kemâl Rahmetullahi aleyh

Ahmed İbni Kemâl Rahmetullahi aleyh

  Hayatı   Fotoğraflar   Menkıbeleri
Ahmed İbni Kemâl Rahmetullahi aleyh

Ahmed İbni Kemâl Rahmetullahi aleyh Hayatı

Osmanlı âlim ve velîlerinin en meşhûrlarından. Büyük devlet ve ilim adamı. Asıl ismi Ahmed Şemseddîn'dir. Dedesi Kemâl Paşaya nisbetle "İbni Kemâl" veya "Kemâl Paşazâde" diye tanınmıştır.
Ahmed Şemseddîn 1468 (H.873) yılında Tokat'ta doğdu. Bâzı kaynaklarda ise Edirne'de doğduğu rivâyet edilmektedir. Babası Süleymân Çelebi, devrinin tanınmış kumandanlarındandı. Amasya ve Tokat sancakbeyliklerinde bulunan Süleymân Çelebi 1530 yılında İstanbul'da vefât etti. Annesi ise Fâtih Sultan Mehmed devri âlimlerinden İbni Küpeli'nin kızıdır. Ayrıca annesi büyük âlim Yûsuf Sinânüddîn Efendi ile de akrabâdır.
Baba tarafından asker, anne tarafından ise ilimle meşgûl olan bir âileye mensup bulunan İbni Kemâl, küçük yaştan îtibâren âilesinin nezâretinde iyi bir tahsil ve terbiye gördü. Daha sonra baba mesleği olan askerlik yolunu seçti. Altıbölük sipahisi olarak Sultan İkinci Bâyezîd Hanın seferlerine katıldı.Ancak bu sırada karşılaştığı bir hâdise onun hayâtını, geleceğe yönelik plânlarını tamamen değiştirerek baba mesleği olan askerliği bırakmasına ve ilmiye sınıfına geçmesine sebeb oldu. Kendisi bu olayı şöyle nakletmektedir:
Sultan İkinci Bâyezîd Han ile bir sefere çıkmıştık. O zaman vezîr, Halîl Paşanın oğlu İbrâhim Paşaydı. Şanlı, değerli bir vezirdi. Ahmed ibni Evrenos adında bir de kumandan vardı. Kumandanlardan hiçbiri onun önüne geçemez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı. Ben ise, vezîrin ve bu kumandanın huzûrunda ayakta, esas vaziyette dururdum. Bir defâsında, eski elbiseler giyinmiş biri geldi. Bu, kumandanlardan da yüksek yere oturdu ve kimse ona mâni olmadı. Buna hayret ettim. Arkadaşlarımdan birine, kumandandan da yüksek yere oturan bu zâtın kim olduğunu sordum. "Filibe Medresesi müderrisi, âlim bir zattır. İsmi Molla Lütfi'dir." dedi. "Ne kadar maaş alır." dedim. "Otuz dirhem." dedi. "Makâmı bu kadar yüksek olan bu kumandandan Ahmed ibni yukarı nasıl oturur?" dedim. "Âlimler, ilimlerinden dolayı tâzim ve takdîr olunur, hürmet görürler. Geri bırakılırsa, bu kumandan ve vezîr buna râzı olmazlar." dedi. Düşündüm, "Ben bu kumandan derecesine çıkamam, ama çalışır gayret edersem, şu âlim gibi olurum." dedim ve ilim tahsîl etmeye niyet ettim.
Nitekim İbni Kemâl ordu ile Edirne'ye dönünce bu düşüncesini tatbik mevkiine koydu. Askerlikten ayrılarak ilim tahsîline başladı. Bu sırada Molla Lütfi, Edirne'deki Dârü'lhadîs'e tâyin edilmişti. İbni Kemâl bir müddet onun derslerine devâm etti. Kendisinden Şerhu'lMetali' ve haşiyelerini okudu. Arkadaşları arasında zekâsı, kavrayış kabiliyeti ve yeteneği ile temâyüz etti. Kısa sürede ilimde yüksek makamlara kavuştu. Daha sonra Kestelli Muslihiddîn Mustafa Efendi, Hatîbzâde Muhyiddîn Mehmed Efendi ve Muârifzâde Sinânüddîn Yûsuf Efendilerden usûl ve tefsîr dersleri alarak tahsîlini tamamladı.
İlim adamlarına fevkalâde hürmet gösteren ve onları teşvik eden İkinci Bâyezîd Han, İbni Kemâl'in bilgi ve istidâd yönünden sâhib olduğu değerleri duyunca kendisini Edirne'de Taşlık Medresesine tâyin etti. Ayrıca İdrisi Bitlisî'nin Farsça yazdığı Heşt Behişt adlı Osmanlı târihine benzer Türkçe bir Osmanlı Târihi yazmasını istedi ve bu iş için kendisine otuz bin akçe ihsân eyledi.İbni Kemâl 1511 yılında günlük kırk akçe ile Üsküp'teki İshak Paşa Medresesine nakl edildi. Bir yıl kadar sonra Edirne'deki Halebiye Medresesine tâyin edildi. Bu sırada Osmanlı Devleti içerisinde şehzâdeler kavgası kızışmıştı. Doğuda Şâh İsmâil, Osmanlı Devletinin bütünlüğünü tehdîd ediyordu. Ahmed ibni Kemâl hazretleri bu nâzik devrede devlet idâresi ve siyâset hakkında görüşlerini ortaya koyarak devlet adamlarının dikkatini çekti. Onun bu gönişleri şöyle özetlenebilir:
1.Saltanat ve mevki Allahü teâlânın takdiri ile olur. Allah vergisidir.
2.Ordunun görevi memleketi korumak ve gerekirse ölümlerin en güzeli ve en şereflisi olan gazâda ölmektir. (Nitekim şiirinde de; "Ölümden kurtuluş yoktur cihânda O derdi çekmez olmaz insü canda Kişinin ömri çünkim âhir ola Yeg olur kim gazâ yolunda öle" demek sûretiyle Allahü teâlânın dînini yaymak için çarpışırken ölmenin ehemmiyetini çok güzel anlatmaktadır.)
3.İdâreci güzel silâh kullanacak ve tedbir sâhibi olacaktır.
4.Düşmanı hor ve küçük görmemeli ve plânlı olmalıdır.
5.Siyâset yâni idâre çok mukaddes bir vazîfedir. Herkes bunu yapamaz. Bâzı kâbiliyetler doğuştan veya irsî olarak verilmiştir.
6.Bir memlekette bir idâreci bulunmalı o da âdil, ihsânı bol, affedici, büyüğüne hürmetli ve saygılı olmalıdır.
7.İdâreci, adamı elde etmeyi bilmeli, tehlikeleri işâret edip, onları ne yolla avlarsa avlayabilmelidir.
8.İdâreci kiminle harb ve kiminle sulh yapacağını iyi bilmelidir.
Ahmed ibni Kemâl, İslâm dînini yaymak, düşmanın vatana el uzatmasına mâni olmak ve adâleti ayakta tutabilmek için devlet başkanının bu hasletlere sahib olmasını şart koşmaktadır. Ayrıca o dâimâ devlet politikasını, devletmillet bütünlüğünü önde tutmakta ve bunu kimde görüyorsa onu desteklemektedir. Nitekim o, Bâyezîd Hanın oğlu Selîm lehine tahttan ferâgatı üzerine diğer kardeşlere karşılık Selîm'i destekledi.
Yavuz Sultan Selîm Han 1512'de Osmanlı tahtına oturup iç işlerini yoluna koyduktan sonra, kıvılcımları Irak ve Horasan'a yayılmış olan Şah İsmail'in çıkardığı fitne ateşini söndürme plânına koyuldu. Bunun için de devrin ilim adamlarını yardıma çağırdı. İbni Kemâl, İdrîsi Bitlîsî, Zenbilli Ali Cemâlî ve daha nice ilim adamları bu göreve koştular. Dîvânda harb için tereddüd edenler vardı. Mesele fazla oyalamaya gelmemeliydi. Bu durumda İbni Kemâl şu fetvâyı verdi:
"Her türlü hamd ve senâ, kudret ve kerem sâhibi yüce Allah'a olsun. Selâtü selâm da doğru yolu gösteren hazreti Muhammed aleyhisselâma ve O'na tâbi olanlara olsun.
Haberlerde geldiğine göre, gulatı şiaya bağlı bir grup, Ehli sünnet velcemâat yolunda olan müslümanların memleketlerinin pekçoğunu işgâl ettiler. Oralarda kendi bâtıl yolları ile görüşlerini yaydılar. Hazreti Ebû Bekr, hazreti Ömer ve hazreti Osmân hakkında küfr, fenâ sözler söylediler. Bunların halîfeliklerini inkâr ettiler. İlim erbâbına ve ictihâd yapan müctehidlere hakâretler savurdular. Onların başında bulunan Şah İsmâil'in tâkib ettiği aşırı şiâ yolunu tutulacak en kolay ve doğru yol zannettiler. Onlara göre Şah dinde sınırsız bir yetkiye sahiptir. Onun dinde helâl kıldığı helâl, haram kıldığı haramdır. Meselâ Şah içkiyi helâl kılmıştır, öyle ise içki helâldir... Netice olarak onların kötülükleri ve küfürleri sayılamayacak kadar çoktur.
Buna göre bizim, onların küfür ve irtidâdlarında (İslâmiyetten ayrıldıklarında) aslâ şüphemiz yoktur. Ülkeleri İslam ülkesi değildir. Erkekleri ve kadınları ile evlenmek câiz değildir. Bunlar hakkında verilecek hüküm, dinden dönenler hakkında verilecek hüküm ile aynıdır. Erkeklerden bu sapık yolu bırakıp müslüman olanlar serbesttir. Kabul etmezlerse hakları kılıçtır, öldürülürler. Savaşa gücü, kudreti olan müslümanların bu cihâda katılmaları farzdır."
Böylece bütün müslümânların dikkati çekildi ve gafletten uyanmaları gerektiği belirtildi. Ayrıca İbni Kemâl, Şah İsmâil'in Ehli sünnetten olan Akkoyunlu, Gürganlı ve Dulkadirli devletlerinin ahâlisine yaptığı zulüm ve mezâlimi şiirleri ile yaydıktan sonra; "Ama Allah onun insanlara yaptığını yanına koymadı. Bu ejderhayı yutmaya bir asâ ve o firavunu nehre batıran bir Mûsâ yarattı." diyerek Selîm Hanı övdü, onun peşinden yürünmesini tavsiye etti.
Haberler ululardan naklolunur
Her Firavun'a bir Mûsâ bulunur vecizesi bu görüşünü ifâde etmektedir.
İbni Kemâl Paşanın bu verimli çalışmaları ve ilminin derecesi Yavuz Sultan Selîm'in dikkatini çekti. Kendisini çok seven Yavuz, Çaldıran seferinden dönüşte onu Edirne kâdılığına getirdi. Çok geçmeden de Anadolu kâdıaskeri oldu. Bu sırada Yavuz, Şah İsmâil'den sonra onların destekçisi olan Mısır Memlûklularına yöneldi. Sefere çıkarken çok sevdiği İbni Kemâl hazretlerini de yanına aldı. 1516'dan 1519'a kadar üç yıl süren seferde onu yanından hiç ayırmadı.
Mısır dönüşü yolculuk sırasında bir ara İbni Kemâl hazretlerinin atının ayağından sıçrayan çamurlar, Yavuz Sultan Selîm Hanın kaftanını kirletmişti. Pâdişâhın kaftanına çamur sıçrayınca, İbni Kemâl mahcûb olup, atını geriye çekerek ne yapacağını şaşırdı. Ancak Yavuz Sultan Selîm Han ona dönerek:
"Üzülmeyiniz, âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için süstür, şereftir. Vasiyet ediyorum, bu çamurlu kaftanım, ben vefât ettikten sonra kabrimin üzerine örtülsün." dedi. Bu vasiyet, vefâtından sonra yerine getirildi. Bu hâdiseyi hatırlatan o kaftan, şimdi de Yavuz Sultan Selîm Hanın kabri üzerinde, bir câmekân içinde, târihî bir hâtıra olarak durmaktadır.
Şam'a geldikleri sırada Yavuz Sultan Selîm'e, büyük evliyâ Muhyiddîn Arabî'ye bir türbe yaptırılması için fetvâ verdi. Pâdişâh bu fetvâ üzerine Muhyiddîn Arabî hazretleri adına bir câmi, türbe ve imâret yaptırdı.
Mısır seferinden döndükten sonra Yavuz, bu değerli ilim adamının bâzı işlerle uğraşmasını hoş görmeyerek onu Edirne'deki Dârü'lhadîs medresesine yeniden tâyin etti (1519). Pâdişâhın gâyesi onun ilim adamı yetiştirmesini temin etmekti. Nitekim adam yetiştirmek ideâli Osmanlıda çok mühim olup şöyle söylene gelmiştir.

Mesacidü meabidi ko âdem yap
Kâbe yapmakcadur âdem yapmak
Taş ağaç kaydı ne lâzım şâhım
Yaraşır şahlara âdem yapmak.
(Mescid ve mâbedleri bırak da insan yetiştir. Bir insan yetiştirmek Kâbe yapmak gibidir. Taş ve ağaç düşüncesi ile oyalanmak şahlara yakışmaz. Onlara yakışan adam yetiştirmektir.Ancak kısa bir müddet sonra dostu ve pâdişâhı Sultan Selîm Hanın vefâtı, devrin yıkılmaz ve eşsiz ilim adamı İbni Kemâl hazretlerini çok üzdü.
Yavuz Sultan Selîm'in vefâtından sonra İbni Kemâl hazretleri bir müddet daha medresede talebe yetiştirmeye devâm etti. 1526'da Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendinin vefâtı üzerine Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından bu göreve getirildi. Şeyhülislâmlık makâmına gelince işleri daha çok ağırlaştı. İlmi ile o kadar büyük bir şöhret kazanmıştı ki, zamânındaki birçok âlim bâzı meselelerde ona başvururlardı. Hattâ bir kısım ulemâ, yazmış olduğu eserleri tashîh ve kontrol maksadıyla ona gönderirlerdi. On altıncı asrın ilk yarısında, Osmanlı kültürünün en büyük mümessili olarak görülmektedir. Ahlâkı güzel, edebi mükemmel, zekâsı ve aklı kuvvetli, ifâdesi açık ve vecîz olan Kemâlpaşazâde, iki dünyâ faydalarını bilen ve bildiren, pek nâdir simâlardan biriydi. Cinnîlere de fetvâ verirdi. Bunun için "Müftiyüssekaleyn" (İnsan ve cinlerin müftüsü) adı ile meşhûr oldu. Büyük bir âlim olduğu gibi, güçlü bir târihçi, değerli bir edîb, kuvvetli bir şâirdi. Tasavvufta da ileri derece sâhibiydi. Büyük velîlerin teveccühünü kazanmıştı. Şeyhülislâmlık makâmında bulunduğu sürede, dâhili ve hârici, din ve mezheb düşmanlarına karşı ilmiyle ve yazdığı kitaplarıyla mücadele etti. İbni Kemâl hazretleri Yavuz Sultan Selîm'i olduğu gibi Kânûnî Sultan Süleymân'ı da Eshâbı kirâm düşmanı Safevîlere karşı mücadeleye teşvik etti. Pâdişâhın Şâh Tahmasb'a gönderdiği mektupları, bizzât kaleme alan o idi.
Bir gün İranlı âlim Molla Kâbız İstanbul'a gelerek Îsâ aleyhisselâmın Muhammed aleyhisselâmdan daha üstün olduğunu yaymaya başladı. Bunun üzerine derhal tutuklanan Molla Kâbız, Dîvâna (Osmanlılarda önemli devlet meselelerinin görüşüldüğü yer) çıkarıldı. Molla Kâbız inandığı fikirleri dîvânda Rumeli kazaskeri Fenârizâde Muhyiddîn Çelebi ile Anadolu kazaskeri Kâdirî Çelebi huzûrunda tekrarladı. Kazaskerler de hiddetlenerek onun katlini emrettiler. Ancak Molla Kâbız fikirlerini açıklarken Kur'ân ve hadîsten misaller veriyor, belli bir fikir silsilesi içerisinde iddiasını delillendiriyordu. Bu durum karşısında vezîriâzam İbrâhim Paşa devreye girerek Molla Kâbız'ın ilmen susturulmasını istedi. Kazaskerler ise Kâbız'ı iknâ edip inandığı fikirden döndüremediler. Böylece Molla Kâbız'ın karşısında ilmî bir üstünlük sağlanamadı. Bu sebeple dîvân tatil edildi ve Molla Kâbız serbest bırakıldı.
Öte yandan duruşmayı kafes arkasından tâkib eden Kânûnî Sultan Süleymân sonuçtan hiç memnûn kalmadı. Fevkalâde hiddetlenen sultan, vezîriâzam İbrâhim Paşayı çağırarak; "Bir mülhidin dîvâna gelerek hazreti Îsâ'nın, hazreti Peygamberden üstün olduğunu beyân ettiğini, neden cevabının verilemeyip hakkından gelinemediğini sordu. Vezîriâzam ise kazaskerlerin Kâbız'ın iddialarını ilmen çürütemedikleri için sonucun böyle olduğunu bildirdi. Bunun üzerine pâdişâh müftü ile İstanbul kâdısının hazır bulunacağı dîvânda dâvâya yeniden bakılmasını istedi.
O zaman müftü, yâni şeyhülislâm mevkiinde bulunan İbni Kemâl hazretleri ertesi gün dîvâna dâvet edildi. Molla Kâbız iddiâlarını söyleyince, İbni Kemâl bunları âyet ve hadîslere dayanarak çürüttü. Kâbız hiçbir şey söyleyemedi. Böylece onun bozuk fikirlerinin yayılmasının önüne geçildi.
İbni Kemâl hazretleri durmadan geceli gündüzlü devleti ebed müddet için çalıştı. Din için, devlet için, halk için gayret etti. Eşsiz ve sayısız ilmî eserler verdi. Nihâyet 16 Nisan 1534 (H.2 Şevval 940)'te kendi deyimi ile son sefer olan âhiret yolculuğuna çıktı.
Cümle halk ehli sefer âlem müsâfirhânedir.
Bir mukîm âdem bulunmaz haymei eflâkde.
Cenâzesi Fâtih Câmiinde büyük bir kalabalık tarafından kılınıp Edirnekapı dışındaki Mehmed Çelebi zâviyesine defnedildi. Mezarına "Hazâ makamı Ahmed=İşte bu Ahmed'in makâmıdır!" yazıldı.
Vefât edeceği sırada söylediği; "Yâ Ehad, neccinâ mimma nehâf=Ey bir olan Allah'ım! Bizi korktuğumuzdan kurtar!" sözlerinin, ebced hesabına göre ölüm târihini gösterdiği sonradan anlaşılmıştır.
Ahmed İbni Kemal hazretlerinin herkese öğüt ve nasîhat niteliğinde darbı mesel hâlini almış kıt'a ve beyitleri vardır.

"Kısmetindir gezdiren yer yer seni, Arş'a çıksan, âkıbet yer, yer seni.
Her ki gayrın yolunda kazdı kuyu, Kendi düştü kuyuya yüzü koyu."
"Hemişe çok yanılır söyleyen çok Ki söyler bulduğun dilde kemik yok."
"Kıl iyilik suya at, bile balık Balık bilmezse bilir anı Halık."
"Ululuk kişiye Hak'tan atadur, Küçük görmek uluları hatâdur."
"Sakla kurt enciğin derin oysun, Besle kargayı gözlerin oysun."
"Kişinün kadri eldeyken bilinmez, Yerinde gevhere rağbet kılınmaz."
"Kuru yaş ile âdem baş olmaz, Kişiden iş sorulur yaş sorulmaz."

Ahmed İbni Kemâl Rahmetullahi aleyh

Ahmed İbni Kemâl Rahmetullahi aleyh

Ahmed İbni Kemâl Rahmetullahi aleyh Menkıbeleri

BİZ SIRAMIZI SAVDIK
Yavuz Sultan Selîm Han Mısır'ı tamâmiyle Osmanlı mülkü yaptıktan sonra, bir müddet daha idârî teşkilâtı yerleştirmek üzere, burada kaldı. Bu sırada devlet adamları ve askerler asıl vatanları Anadolu'ya, diyârı Rum'a hasret kalıp dönmeyi arzu etmişlerdi. Fakat bu arzularını Pâdişâha söyleyememişlerdi. İleri gelenlerden bâzıları, İbni Kemâl Paşaya durumu anlattılar. Çünkü Yavuz Sultan Selîm Han onu çok severdi. Ona dediler ki: "Ne zamâna kadar bu diyârı gurbette hasret çekeceğiz? Bu durumu Pâdişâh hazretlerine bir arz edip, gitmeye meylettiremez misiniz?"
Bir gün Ahmed ibni Kemâl, Yavuz Sultan Selîm Han ile gezintiye çıktılar. Konuşmalar arasında Pâdişâh; "Ortalıkta ne sözler var, durum nasıl?" diye sordu. Kemâl Paşazâde bu soruyu fırsat bilip derhal konuyu ele aldı ve dedi ki: "Pâdişâhım! Yolda gelirken askerlerin Nil'de davarlarını suluyorlardı. O askerlerden birinin şu türküyü söylediğini duydum.
"Nemüz kaldı bizüm mülki Arab'da, / Nice bir dururuz fiâm ü Haleb'de,
Cihan halkı kamu ayş ü tarabda, / Gel ahîgidelüm Rûm illerine."
(Nemiz kaldı bizim bu Arab diyarında, Şam'da ve Haleb'de niçin dururuz? Cihan halkı hep şenlik içinde yaşamakta, gel kardeş, Rum diyarına, Anadolu'ya gidelim.)
Bu şiir, Yavuz Sultan Selîm Hanın çok hoşuna gidip; "Bundan sonra burada durmamızı gerektiren işler de kalmadı, döneriz." diyerek, İstanbul'a döneceğini bildirdi. Bundan bir gün sonra, Yavuz Sultan Selîm Hana Kâbe'nin anahtarı ve diğer mukaddes emânetler teslim edildi ve İstanbul'a dönmek için ordusuyla yola çıktı.
Yolculukta bir sohbet sırasında Yavuz Sultan Selîm Han, ona:
"Hocanız Molla Lütfi ilminin ve vakarının yanında şaka yapmayı çok seven biri imiş. Bâzan öyle şakalar yaparmış ki, işitenler şaka değil, gerçek zannederlermiş. Siz de üstadınız gibi öyle şakalar yapmaz mısınız ki gerçek zannedilsin?" deyince, İbni Kemâl hazretleri hemen şu cevabı verdi:
"Biz geçen gün sıramızı savdık. Şimdi sıra Pâdişâhımız hazretlerindedir." Bu söz üzerine bir müddet düşünen Yavuz Sultan Selîm:
"Yoksa o geçenki gün yeniçeriler ağzından söylenen kıt'a da öyle bir şaka mıydı? Yeniçeriler ağzından söylenen o sözler sizin sözünüz müydü?" diye sorunca da İbni Kemâl:
"Evet, doğrusu Pâdişâhımızın buyurdukları gibidir." dedi. O espriyi çok beğenen Pâdişâh, İbni Kemâl hazretlerine ihsânlarda bulundu.